Kasap, omzunda şempanze yokuştan inen İmam'ın, maktulu kastederek, “Tek parça olmalı, sakın abartmayın! Bozulmamış ve tek parça olmalı” uyarısını haklı bulmuştu bulmasına ama Berber, maktulun cüzdanından çıkan Ayşe’nin isteği ya da haberi olmadan çekildiği belli olan fotoğraflarını gösterip maktulun hayattayken ne berbat bir adam olduğunu hatırlatınca fırının ateşi tekrar horlandı ve geriye pek birşey kalmadı.
Gece yarısı yaklaşırken, dolunayın ışığı altında içkilerini yudumlayıp boğazdan gelen esintiye sohbetleriyle eşlik ettiler.
“Çok fazla yedim” dedi Berber.
“Ve de çok içtik” dedi Lostracı
“Bir kilo et, daha az ya da daha fazla değil, kıkırdak yok, kemik yok, sadece et.” dedi sırıtarak Kasap.
-Pişman olamayacak kadar aydınlık bir gece
-Pişman olmayacak kadar yedik
-Ve pişman olmayacak kadar yaşadık
“Önemli olan ne söylediğimiz değil ama söylediklerimizin nasıl hissettirdiği. Önemli olan kelimeleri kullanarak onların ötesine geçebilmek” dedi Berber.
“Bence gerçek bir veda sadece kelimelerle mümkündür” dedi Kasap.
Kasabın
ona uzattığı, enkaz tabağından çıkan, lades kemiğine benzer kemiğe asılıp,
“Sonunda kitabı yazmayı bitirdim” dedi Lostracı.
-Vay
be, çok iyi haber. İsmi ne?
Lostracı
uzun süredir bu kitapla uğraşıyor ama bir türlü sonunu getiremiyordu. Şerefe
kadeh kaldırdılar.
-İsmi,
Kandilli’de Cinayet.
Enkaz
tabağını etraflarındaki köpeklere paylaştırırken, “Belki, artık bir nebze konusundan
bize de bahsedersin”, dedi Kasap.
-Yakında
basılacak. Efendi gibi alıp okursunuz.
“Kandilli’de
Cinayet ha? Umarım gerçek hayat hikayelerine dayanmıyordur. Sohbetlerimize dört
duvar arasında devam etmek hoş olmaz.” dedi Berber.
-1920’li
yılların sonunda geçiyor. O yıllarda deniz uçakları var. İtalya, Brindisi’den
kalkıyor, Atina’da durup sonra İstanbul’a devam ediyor. Uçağın yolcularından
biri genç İtalyan kadın, tek başına. Hayal kırıklıkları içinde, karar veriyor,
doğduğu, büyüdüğü şehri terkediyor. Ama Atina’da inecekken, uçakta uyuya kalıp,
İstanbul’a geliyor. İskelede kıyıya çıkmasına yardım eden uçağın Türk pilotu
ile tanışıp yakınlaşıyorlar. Genç Cumhuriyet’in ilk yılları. Kadın İstanbul’da
kalıyor. Kandilli’de ev tutuyorlar. Adam uçuşlarda sürekli, evden uzak kalıyor.
Bir kitapçı var mahallede, pencerelerinden renk renk çiçeklerin sarktığı,
gizemli ufak tefek bir dükkan. Kadın oraya takılıyor. Yaşlı sahibi
Yunanistan’daki yakınlarını ziyaret etmeye karar veriyor. Kadın da onun
yokluğunda mekana göz kulak oluyor. Derken bir gün dükkanın arkasındaki tozlu
kitapların arasında bir kutu dikkatini çekiyor. Üstünde bir karga resmi ve
resmin altında İtalyanca ‘Puoi scegliere di non aprire la scatola. Ma se apri
la scatola, dai da mangiare al corvo con le noci’ yazıyor. Yeterince anlattım.
Gerisini de kitaptan okuyun.
-Daha
içkilerimizi bitirmedik Lostracı. Oyun bozanlık etme. Hem bu özel gecede daha
fazlasını dinlemeyi hak ediyoruz. Üzme bizi anlat biraz daha. Hem ne demek o,
Puoi sceg…?
-Siz
onu bırakın da, İmam’a ne diyeceğiz onu düşünün. Yarın sözde cenaze kalkacak
ama bir şey kalmadı geriye. Ne yapacağız?
“Planladığmız
gibi cenaze kalkacak. Ben ne yapacağımızı biliyorum. Dert etme! Sen anlatmaya
devam et!” dedi Kasap.
-Peki
o halde.
-‘Puoi
scegliere di non aprire la scatola. Ma se apri la scatola, dai da mangiare al
corvo con le noci’, ‘Kutuyu açmamayı seçebilirsiniz. Ama kutuyu açarsanız
kargayı cevizle beslemelisiniz’ demek.
Kahramanımız haliyle afallıyor başta, kutunun içinde canlı bir karga mı
var? Nasıl olur? Kutuyu açmadan içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyor falan.
Kutuyu açıp açmamakta kararsız kalıyor. Derken başından geçenleri düşünüyor ve
kaderinin bu kutuyu açmak olduğuna kanaat getiriyor.
Emin
misiniz, daha anlatayım mı? Sıkılmadınız mı?
Lostracı,
Berber’in uzattığı puroyu yakıp diğerlerine katıldı ve anlatmaya devam etti.
-Kutunun
içinden çıkan keğat yığınını incelemeye başlar. Her sayfa farklı bir cinayeti
anlatıyor gibidir. Daha ilginci cinayetlerin bir kuşun gözünden anlatılmasıdır.
Farklı zamanlarda farklı şehirlerde işlenen cinayetlerden bahsedilmektedir;
1700li yıllar Viyana”sında dünyaca ünlü musizyenin ölümünün aslında bir cinayet
olduğunu anlatan hikaye, 1400 lü yıllarda Tahran’ı kana bulayan, Yusuf ve
Züleyha’nın beraber işledikleri acımasız cinayetleri ve aşklarını anlatan
sayfalar. Uzakdoğu’da, büyük ihtimalle Japoya’da geçen, karganın bir kafeste
tutulup, türlü zahmetle sahibinin güvenini kazanarak kafesinin dışına
çıkabildiği ve bulduğu ilk fırsatta sahibinin gözlerini oyup, özgürlüğüne
uçtuğu hikaye ve daha başka hikayeler… Sayfaların hepsinin üstünde yer alan
benzer sembolleri fark eder sonra ve uyuya kalır. Sabah bir sesle irkilir. Cama gagasıyla vuran
kutunun üstünde resmi olan kargadır ve ayağında tuttuğu keğat tabii ki yeni bir
cinayeti anlatmaktadır. Bu kadar yeter. Neredeyse tüm kitabı anlattırdınız.
Boğaz’ın
suları her daim bulanık ve karanlıktır. Bakanlar pek bir şey göremezler. Ama
bakmayı bilenler için gece vakti bile görebilecekleri bir ömre bedeldir. O gece
boğazın kenarına önce İmam ve omzundaki şempanze geldi. Başlangıçta tek
görebildikleri akıp giden karanlık sudan başka bir şey değildi. Sonrasında
perde açıldı: Suda yansımalarını farkettiler önce; ama bir gariplik vardı;
gördükleri, omuzunda ufak bir insan olan imam cüppesi giymiş şempanzeydi.
Birbirlerine bakıp tekrar boğaza döndüler; envai çeşit denizanasının
aydınlatttiği rengarek suda binlerce balıktan oluşan sürününün peşine takılmış
yüzerek geçen kurşuni renkteki panteri farkettiler. Sonra bir masanın etrafına
dizilmiş hep bir ağızdan kimbilir hangi şarkıyı söyleyip neşe içinde kadeh
kaldıran Kasap, Berber ve Lostracı geçti. Boğaz perdesini kapatmadan önce
onlara el sallayarak uzaklaşan orangutan sahne aldı. Omzundaki şempanzenin
orangutana el sallarken akan gözyaşlarını İmam farketmedi.
İmam
ve şempanze camiden içeri girdikten epey sonra boğaza bu sefer Kasap, Lostracı
ve Berber geldi. Aralarında ufak bir tartışma sürüp gitmekteydi.
-Umarım
bu yaptığımız işe yarar. Yoksa İmam’ı hayal kırıklığına uğratmış olacağız. Siz
anlatırsınız sonra…
“Sadece
biraz şansa ihtiyacımız var” diyerek Lostracıyı sakinleştirmeye çalıştı Berber.
“Çok
yedik” diye söze girdi Kasap.
-Hani
çok aydınlık geceydi? Hani pişman olmayacak kadar yaşamış ya da yemiştik?
Lostracı
söylenip dururken Boğaz bir kere daha perdesini açtı ve esnaf boğulmuş
orangutanı musalla taşına hazırlamak için boğazdan teslim aldı.
İmam
ve yanında sempanze önde, Kandıllı esnafı arkalarında saf tuttular. Sonunda
İmam o soruyu sordu: Merhumu nasıl bilirdiniz?
Esnaf
gülmemeye çalışıyordu.
“Maymuna
döndük” diye, söylendi Lostracı.
“Esnaf
adama sakal olmaz” diye, mırıldandı Berber.
“Birbirinizi
yiyin ete para vermeyin” diye, fısıldadı Kasap.
İmam
beklediği cevabı alamayınca yanındaki şempanzeye dönüp “Lanet olsun evrildiğin
güne” deyip, okkalı bir tokat attı.
İmam’ın
ilk uğurlaması hayal ettiği gibi olmamamıştı.
Cenazenin
üstünden birkaç hafta geçmişti. Berber dükkanının önünde itişip kakışan meraklı
kalabalık, içeriyi görmeye çalışıyordu. Bu durum oradan geçen imamın da
dikkatini çekmiş, içlerindeki Kasab’ı farkedip soran gözlerle ona yaklaşmıştı
-Boğazdaki
kazadan sonra, artık mahalleden ünlü eksik olmuyor imam efendi. İçeride
Türkiye’nin ilk Nobel ödüllü yazarı var.
O
gün, Kandilli’nın, ufak tefek pencerelerinden çiçeklerin sarktığı tek
kitapçısında Lostracı yayınlanan kitabını imzalamış, Nobel ödüllü yazarımız da
satın aldığı kitabı imzalatmak için
sıraya girmiş, Lostracı dahil olmak üzere herkesi şaşırtmış, sonrasında
da Berber’e uğramıştı.
İmam
duyduklarına inanamamış, çok heyecanlanmış, gerçek olamayacağını düşünmüş,
biraz da kafası karışmış halde Kasab’a dönüp, “Salim Abidin’i mi traş ediyor
bizim Berber?” diye sordu.
-Ah
imam kardeşim, din adamlarının ortak sorunu bu: Kurgu ile gerçeği bir türlü
ayırt edemiyorlar.
İmam
dalıp gitti bir an. Sonra gittiği yerden hemen geri gelip, gözleri Kasab’ın
gözlerinde “Kendi gerçekliğinden kuşku duymamak belki de kibirlerin en büyüğü”
diye mırıldandı. Sonra da o olsa “Kendi gerçekliğinden kuşku duymamanın belki
de kibirlerin en büyüğü olduğunu düşünmeyi seviyordu” derdim diye düşündü!
-Kurgunun
üstadı içeride demek!
İmam
kalabalıktan sıyrılıp, biraz da dengesini kaybedip, ter içinde, sendeleyerek
berber dükkanından içeri dalıverdi. Bu, öte yandan, kesinlikle ünlü yazarımızla
hayal ettiği karşılaşma şekli değildi.
-Hoş
geldin İmam efendi. Bakın, tanıştırayım, size bahsettiğim mahallemizin imamı;
dediğim gibi, hayranınız, fırsat buldukça sizin romanlarınızda kullandığınız
cümlelere benzeyen cümlelerle yaşadıklarını ifade etmeye çalışır.
Traş
bitmiş, ünlü yazar ayrılmak üzereydi. İmam’a elini uzattı. Sonra İmam’ın elini
sıkıp, onunla tanışmaktan ne kadar memnun olduğundan, Lostracı’nın kitabını çok
beğendiğinden, İmam ve diğer esnafın meydandaki 700 yıllık zeytin ağacı altında
oturup ettikleri sohbetlerin namını duyduğundan, bir ara uğrayıp, hem edebi,
hem de inanç ekseninde sohbet etmekten keyif alacağından, aslında ciddi, ciddi
Kandilli’ye taşınmayı bile düşündüğünden, tabi ki isterse kendisi ile
Nişantaşı’nda da görüşebileceğinden, onu misafir etmekten mutlu olacağından,
ama önceden verilmiş bir sözü olduğu için şimdi ayrılması gerektiğinden, son
birkaç haftadır yaşanılanların kendi romanlarında bile gerçekleşmeyecek kadar
sıra dışı olduğundan, sanki İstanbul’da, Boğaziçi’nde başka bir alemin
kapılarının açıldığını düşünmekten kendini alamadığından, hatta tam şu içinde bulundukları anın bile gerçek mi
yoksa kurgu mu olduğudan emin olamadığından, öte yandan, belki de, bu belirsizliği
hissetmekten ve bu hisleri ile ilgili kafa yorup düşünmekten, hayallere
dalmaktan, şimdi olageldiği gibi cümleler kurmaktan gizli gizli keyif
aldığından, öte yandan bu hislerini batılıların tam olarak anlamayacağı ve
kolaya kaçıp egzotik bulacağı gerçeğinden, ne yazık ki tam bir doğulu gibi de hissetmediğinden,
sonuç olarak hislerinin aslında ne batı
ne de doğuda karşılığı olmadığından ve son olarak sempanzeyi çok merak ettiğinden,
bir araya geldiklerinde onunla da tanışmak istediğinden söz edip ve tüm bu
bahsettiklerini sanki etrafında onlarca vazo var da her an birkaç tanesini kıracakmış hissi
uyandıran sakar tavırlar ve çekingen bir ses tonuyla dile getirip Berber’e
döndü.
-Üstad
cezamız nedir?
-Gölgede
onbeş, güneşte yedibuçuk!
-Eyvallah.
Tahmin
edeceğiniz üzere, ünlü yazarımız çıkıp, ardından kapı kapanınca, İmam’ın Berber’e
ilk sorusu, “Koltuğa oturunca ne anlattı?” oldu.
-Üzerinde
çalıştığı yeni romanını anlattı. Hem de tüm detaylarıyla. Ama kimseye
anlatmayacağıma da söz verdirdi.
“Belki
biraz anlatırsın canım’ dedi, İmam gülümseyerek.
Belki
devam eder.
Merkezefendi
dinledi
Back
to Black – The Bryan Ferry Orchestra
I’m
Not Your Dog – Baxter Dury
Gracy
Train – Lou Donaldson
Her
An Gelebilirim – Sena Şener
Safety
in Numbers – Taxiwars
Whiplash
– Metallica
Johnny
Tetsu PipeIII– Maximum the Hormone
Rock-impro
Goroshi – Maximum the Hormone
Mille
Cherubini in Coro – Andrew Bird
Slow
– Andre Hossein
Branduardi
– Walter Long Trio
Moment
Musical – Fritz Kreisler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder