Pazar, Kasım 15, 2020

Kandilli’de Cinayet-3 – Bir Maceranın Sonu

 

Kasap, omzunda şempanze yokuştan inen İmam'ın, maktulu kastederek, “Tek parça olmalı, sakın abartmayın! Bozulmamış ve tek parça olmalı” uyarısını haklı bulmuştu bulmasına ama Berber, maktulun cüzdanından çıkan Ayşe’nin isteği ya da haberi olmadan çekildiği belli olan fotoğraflarını gösterip maktulun hayattayken ne berbat bir adam olduğunu hatırlatınca fırının ateşi tekrar horlandı ve geriye pek birşey kalmadı. 


Gece yarısı yaklaşırken, dolunayın ışığı altında içkilerini yudumlayıp boğazdan gelen esintiye sohbetleriyle eşlik ettiler.


 “Çok fazla yedim” dedi Berber.


 “Ve de çok içtik” dedi Lostracı


 “Bir kilo et, daha az ya da daha fazla değil, kıkırdak yok, kemik yok, sadece et.” dedi sırıtarak Kasap.


 -Pişman olamayacak kadar aydınlık bir gece


 -Pişman olmayacak kadar yedik


 -Ve pişman olmayacak kadar yaşadık


 “Önemli olan ne söylediğimiz değil ama söylediklerimizin nasıl hissettirdiği. Önemli olan kelimeleri kullanarak onların ötesine geçebilmek” dedi Berber.


 “Bence gerçek bir veda sadece kelimelerle mümkündür” dedi Kasap.

 

Kasabın ona uzattığı, enkaz tabağından çıkan, lades kemiğine benzer kemiğe asılıp, “Sonunda kitabı yazmayı bitirdim” dedi Lostracı.

 

-Vay be, çok iyi haber. İsmi ne?

 

Lostracı uzun süredir bu kitapla uğraşıyor ama bir türlü sonunu getiremiyordu. Şerefe kadeh kaldırdılar.

 

-İsmi, Kandilli’de Cinayet.

 

Enkaz tabağını etraflarındaki köpeklere paylaştırırken, “Belki, artık bir nebze konusundan bize de bahsedersin”, dedi Kasap.

 

-Yakında basılacak. Efendi gibi alıp okursunuz.

 

“Kandilli’de Cinayet ha? Umarım gerçek hayat hikayelerine dayanmıyordur. Sohbetlerimize dört duvar arasında devam etmek hoş olmaz.” dedi Berber.

 

-1920’li yılların sonunda geçiyor. O yıllarda deniz uçakları var. İtalya, Brindisi’den kalkıyor, Atina’da durup sonra İstanbul’a devam ediyor. Uçağın yolcularından biri genç İtalyan kadın, tek başına. Hayal kırıklıkları içinde, karar veriyor, doğduğu, büyüdüğü şehri terkediyor. Ama Atina’da inecekken, uçakta uyuya kalıp, İstanbul’a geliyor. İskelede kıyıya çıkmasına yardım eden uçağın Türk pilotu ile tanışıp yakınlaşıyorlar. Genç Cumhuriyet’in ilk yılları. Kadın İstanbul’da kalıyor. Kandilli’de ev tutuyorlar. Adam uçuşlarda sürekli, evden uzak kalıyor. Bir kitapçı var mahallede, pencerelerinden renk renk çiçeklerin sarktığı, gizemli ufak tefek bir dükkan. Kadın oraya takılıyor. Yaşlı sahibi Yunanistan’daki yakınlarını ziyaret etmeye karar veriyor. Kadın da onun yokluğunda mekana göz kulak oluyor. Derken bir gün dükkanın arkasındaki tozlu kitapların arasında bir kutu dikkatini çekiyor. Üstünde bir karga resmi ve resmin altında İtalyanca ‘Puoi scegliere di non aprire la scatola. Ma se apri la scatola, dai da mangiare al corvo con le noci’ yazıyor. Yeterince anlattım. Gerisini de kitaptan okuyun.

 

-Daha içkilerimizi bitirmedik Lostracı. Oyun bozanlık etme. Hem bu özel gecede daha fazlasını dinlemeyi hak ediyoruz. Üzme bizi anlat biraz daha. Hem ne demek o, Puoi sceg…?

 

-Siz onu bırakın da, İmam’a ne diyeceğiz onu düşünün. Yarın sözde cenaze kalkacak ama bir şey kalmadı geriye. Ne yapacağız?

 

“Planladığmız gibi cenaze kalkacak. Ben ne yapacağımızı biliyorum. Dert etme! Sen anlatmaya devam et!” dedi Kasap.

 

-Peki o halde.

 

-‘Puoi scegliere di non aprire la scatola. Ma se apri la scatola, dai da mangiare al corvo con le noci’, ‘Kutuyu açmamayı seçebilirsiniz. Ama kutuyu açarsanız kargayı cevizle beslemelisiniz’ demek.  Kahramanımız haliyle afallıyor başta, kutunun içinde canlı bir karga mı var? Nasıl olur? Kutuyu açmadan içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyor falan. Kutuyu açıp açmamakta kararsız kalıyor. Derken başından geçenleri düşünüyor ve kaderinin bu kutuyu açmak olduğuna kanaat getiriyor.

 

Emin misiniz, daha anlatayım mı? Sıkılmadınız mı?

 

Lostracı, Berber’in uzattığı puroyu yakıp diğerlerine katıldı ve anlatmaya devam etti.

 

-Kutunun içinden çıkan keğat yığınını incelemeye başlar. Her sayfa farklı bir cinayeti anlatıyor gibidir. Daha ilginci cinayetlerin bir kuşun gözünden anlatılmasıdır. Farklı zamanlarda farklı şehirlerde işlenen cinayetlerden bahsedilmektedir; 1700li yıllar Viyana”sında dünyaca ünlü musizyenin ölümünün aslında bir cinayet olduğunu anlatan hikaye, 1400 lü yıllarda Tahran’ı kana bulayan, Yusuf ve Züleyha’nın beraber işledikleri acımasız cinayetleri ve aşklarını anlatan sayfalar. Uzakdoğu’da, büyük ihtimalle Japoya’da geçen, karganın bir kafeste tutulup, türlü zahmetle sahibinin güvenini kazanarak kafesinin dışına çıkabildiği ve bulduğu ilk fırsatta sahibinin gözlerini oyup, özgürlüğüne uçtuğu hikaye ve daha başka hikayeler… Sayfaların hepsinin üstünde yer alan benzer sembolleri fark eder sonra ve uyuya kalır.  Sabah bir sesle irkilir. Cama gagasıyla vuran kutunun üstünde resmi olan kargadır ve ayağında tuttuğu keğat tabii ki yeni bir cinayeti anlatmaktadır. Bu kadar yeter. Neredeyse tüm kitabı anlattırdınız.

 

Boğaz’ın suları her daim bulanık ve karanlıktır. Bakanlar pek bir şey göremezler. Ama bakmayı bilenler için gece vakti bile görebilecekleri bir ömre bedeldir. O gece boğazın kenarına önce İmam ve omzundaki şempanze geldi. Başlangıçta tek görebildikleri akıp giden karanlık sudan başka bir şey değildi. Sonrasında perde açıldı: Suda yansımalarını farkettiler önce; ama bir gariplik vardı; gördükleri, omuzunda ufak bir insan olan imam cüppesi giymiş şempanzeydi. Birbirlerine bakıp tekrar boğaza döndüler; envai çeşit denizanasının aydınlatttiği rengarek suda binlerce balıktan oluşan sürününün peşine takılmış yüzerek geçen kurşuni renkteki panteri farkettiler. Sonra bir masanın etrafına dizilmiş hep bir ağızdan kimbilir hangi şarkıyı söyleyip neşe içinde kadeh kaldıran Kasap, Berber ve Lostracı geçti. Boğaz perdesini kapatmadan önce onlara el sallayarak uzaklaşan orangutan sahne aldı. Omzundaki şempanzenin orangutana el sallarken akan gözyaşlarını İmam farketmedi.

 

İmam ve şempanze camiden içeri girdikten epey sonra boğaza bu sefer Kasap, Lostracı ve Berber geldi. Aralarında ufak bir tartışma sürüp gitmekteydi.

 

-Umarım bu yaptığımız işe yarar. Yoksa İmam’ı hayal kırıklığına uğratmış olacağız. Siz anlatırsınız sonra…

 

“Sadece biraz şansa ihtiyacımız var” diyerek Lostracıyı sakinleştirmeye çalıştı Berber.

 

“Çok yedik” diye söze girdi Kasap.

 

-Hani çok aydınlık geceydi? Hani pişman olmayacak kadar yaşamış ya da yemiştik?

 

Lostracı söylenip dururken Boğaz bir kere daha perdesini açtı ve esnaf boğulmuş orangutanı musalla taşına hazırlamak için boğazdan teslim aldı.

 

İmam ve yanında sempanze önde, Kandıllı esnafı arkalarında saf tuttular. Sonunda İmam o soruyu sordu: Merhumu nasıl bilirdiniz?

 

Esnaf gülmemeye çalışıyordu.

 

“Maymuna döndük” diye, söylendi Lostracı.

 

“Esnaf adama sakal olmaz” diye, mırıldandı Berber.

 

“Birbirinizi yiyin ete para vermeyin” diye, fısıldadı Kasap.

 

İmam beklediği cevabı alamayınca yanındaki şempanzeye dönüp “Lanet olsun evrildiğin güne” deyip, okkalı bir tokat attı.

 

İmam’ın ilk uğurlaması hayal ettiği gibi olmamamıştı.

 

Cenazenin üstünden birkaç hafta geçmişti. Berber dükkanının önünde itişip kakışan meraklı kalabalık, içeriyi görmeye çalışıyordu. Bu durum oradan geçen imamın da dikkatini çekmiş, içlerindeki Kasab’ı farkedip soran gözlerle ona yaklaşmıştı

 

-Boğazdaki kazadan sonra, artık mahalleden ünlü eksik olmuyor imam efendi. İçeride Türkiye’nin ilk Nobel ödüllü yazarı var.

 

O gün, Kandilli’nın, ufak tefek pencerelerinden çiçeklerin sarktığı tek kitapçısında Lostracı yayınlanan kitabını imzalamış, Nobel ödüllü yazarımız da satın aldığı kitabı imzalatmak için  sıraya girmiş, Lostracı dahil olmak üzere herkesi şaşırtmış, sonrasında da Berber’e uğramıştı.

 

İmam duyduklarına inanamamış, çok heyecanlanmış, gerçek olamayacağını düşünmüş, biraz da kafası karışmış halde Kasab’a dönüp, “Salim Abidin’i mi traş ediyor bizim Berber?” diye sordu.

 

-Ah imam kardeşim, din adamlarının ortak sorunu bu: Kurgu ile gerçeği bir türlü ayırt edemiyorlar.

 

İmam dalıp gitti bir an. Sonra gittiği yerden hemen geri gelip, gözleri Kasab’ın gözlerinde “Kendi gerçekliğinden kuşku duymamak belki de kibirlerin en büyüğü” diye mırıldandı. Sonra da o olsa “Kendi gerçekliğinden kuşku duymamanın belki de kibirlerin en büyüğü olduğunu düşünmeyi seviyordu” derdim diye düşündü!

 

-Kurgunun üstadı içeride demek!

 

İmam kalabalıktan sıyrılıp, biraz da dengesini kaybedip, ter içinde, sendeleyerek berber dükkanından içeri dalıverdi. Bu, öte yandan, kesinlikle ünlü yazarımızla hayal ettiği karşılaşma şekli değildi.

 

 

-Hoş geldin İmam efendi. Bakın, tanıştırayım, size bahsettiğim mahallemizin imamı; dediğim gibi, hayranınız, fırsat buldukça sizin romanlarınızda kullandığınız cümlelere benzeyen cümlelerle yaşadıklarını ifade etmeye çalışır.

 

Traş bitmiş, ünlü yazar ayrılmak üzereydi. İmam’a elini uzattı. Sonra İmam’ın elini sıkıp, onunla tanışmaktan ne kadar memnun olduğundan, Lostracı’nın kitabını çok beğendiğinden, İmam ve diğer esnafın meydandaki 700 yıllık zeytin ağacı altında oturup ettikleri sohbetlerin namını duyduğundan, bir ara uğrayıp, hem edebi, hem de inanç ekseninde sohbet etmekten keyif alacağından, aslında ciddi, ciddi Kandilli’ye taşınmayı bile düşündüğünden, tabi ki isterse kendisi ile Nişantaşı’nda da görüşebileceğinden, onu misafir etmekten mutlu olacağından, ama önceden verilmiş bir sözü olduğu için şimdi ayrılması gerektiğinden, son birkaç haftadır yaşanılanların kendi romanlarında bile gerçekleşmeyecek kadar sıra dışı olduğundan, sanki İstanbul’da, Boğaziçi’nde başka bir alemin kapılarının açıldığını düşünmekten kendini alamadığından, hatta tam  şu içinde bulundukları anın bile gerçek mi yoksa kurgu mu olduğudan emin olamadığından, öte yandan, belki de, bu belirsizliği hissetmekten ve bu hisleri ile ilgili kafa yorup düşünmekten, hayallere dalmaktan, şimdi olageldiği gibi cümleler kurmaktan gizli gizli keyif aldığından, öte yandan bu hislerini batılıların tam olarak anlamayacağı ve kolaya kaçıp egzotik bulacağı gerçeğinden, ne yazık ki  tam bir doğulu gibi de hissetmediğinden, sonuç olarak  hislerinin aslında ne batı ne de doğuda karşılığı olmadığından ve son olarak sempanzeyi çok merak ettiğinden, bir araya geldiklerinde onunla da tanışmak istediğinden söz edip ve tüm bu bahsettiklerini sanki etrafında onlarca vazo var da  her an birkaç tanesini kıracakmış hissi uyandıran sakar tavırlar ve çekingen bir ses tonuyla dile getirip Berber’e döndü.

 

-Üstad cezamız nedir?

 

-Gölgede onbeş, güneşte yedibuçuk!

 

-Eyvallah.

 

Tahmin edeceğiniz üzere, ünlü yazarımız çıkıp, ardından kapı kapanınca, İmam’ın Berber’e ilk sorusu, “Koltuğa oturunca ne anlattı?” oldu.

 

-Üzerinde çalıştığı yeni romanını anlattı. Hem de tüm detaylarıyla. Ama kimseye anlatmayacağıma da söz verdirdi.

 

“Belki biraz anlatırsın canım’ dedi, İmam gülümseyerek.

 

Belki devam eder.

 

Merkezefendi dinledi

 

Back to Black – The Bryan Ferry Orchestra

I’m Not Your Dog – Baxter Dury

Gracy Train – Lou Donaldson

Her An Gelebilirim – Sena Şener

Safety in Numbers – Taxiwars

Whiplash – Metallica

Johnny Tetsu PipeIII– Maximum the Hormone

Rock-impro Goroshi – Maximum the Hormone

Mille Cherubini in Coro – Andrew Bird

Slow – Andre Hossein

Branduardi – Walter Long Trio

Moment Musical – Fritz Kreisler


Hiç yorum yok: