Güney
Afrika bandralı, devasa Pink Cigarette, Kenya’dan demir almış, dünyanın bir çok
farklı şehrindeki limanlara uğramış, bir hayalet gemi gibi İstanbul boğazına
doğru yaklaşmaktaydı. Greenpeace filosundan Esperanza ise zaten bir süredir
Karadeniz’deydi. Ama o da yönünü İstanbul boğazına çevirmişti.
Kancanın
büyük bir iştahla buluştuğu boğazın serin sularında dolaşan vapurlar, sıkıcı
kaderlerinin peşinden gidedursunlar, o öğleden sonra yaşanacak tüm kargaşaya
rağmen Kandilli İskelesi’ne yanaşacak tekne, yakında kayıplara karışacak tek
yolcusu ile karşı kıyıdan henüz hareket etmemişti. Berber, her zamanki gibi
boğazın kenarında yerini almış, basında fötr şapka, güneş gözlüğü, ağzında
purosu ve elinde oltası, yanında getirdiği sandalyesine gömülmüş, neşe içinde
etrafına bakıp anın keyfini çıkarmaktaydı.
Oltanın
ucundaki yem suda hareket ederken, o, dün gece konuştuklarını düşünüyordu.
Düşündükçe keyifleniyor, içi içine siğmiyordu. Başlarda imamı ikna etmek zor
olmuştu. Ama sonradan, en çok da sanki o sahiplenmişti fikri. Gece boyunca
tartışmışlardı. Kolay değildi: Bir cinayeti işlemeye karar vermek, ki daha kimi
öldüreceklerini bile bilmeden, sadece öldürmeye, hele de dördünün ortak kararı
olması; bunlar zaman alan işlerdi.
Konuyu, ev sahibi olarak berber açmıştı;
-Gencinden
yaşlısına her yaştan insan oturdu bu koltuğa. Ne hikayeler dinledim yıllarca!
Başlarda hepsi keyifli birbirinden ilginçti. Ama son zamanlarda, nasıl desem…
Sanki hepsi birbirinin kopyası. Herkes artık üç aşağı beş yukarı aynı hayatı
yaşıyor. Sıkıldım dinlemekten. İnsan düşünmeden edemiyor; bir fazla bir eksik
ne farkeder? Bu koltuğa bir ölüyü oturtmak öte yandan, onu konuşturmak, traş
etmek: Bundan sonra diyebilirim ki artık benim son arzum.
Bunları
söylerken berberin gözleri doldu. Berber dükkanında gece yarısı duygusal anlar
yaşanıyordu.
İmam
konunun nereye gideceğinden habersiz, musalla taşında şimdiye kadar kimsenin
yatmadığından, bu nededenle hissettiği eksiklikten dem vurdu. Bilinmez, belki
bahsettikleri de imamın son arzusuydu.
Kasap
pek birşey söylemedi, ama berberin konuyu nereye getireceğini hemen anlamış,
müthiş keyiflenmişti. O da artık envai çeşit hayvan eti işlemekten,
temizlemekten ve tüketmekten sıkılmıştı.
Lostracı,
berber koltuğuna oturmuş kendi etrafında dönüyordu. Bir ölünün ayakkabılarını
boyamak ha! diye içinden geçirdi. “Müthiş keyifli olacak.”
İmam,
iyi de mahallemizde kimse ölmüyor işte. Öleceği de yok Ne yapabiliriz ki? Diye
sordu. Berber, kasap ve lostracı önce birbirlerine bakıp sonra da imama
döndüler.
-Bizim
de artık bekleyecek sabrımız yok.
İmamın
ikna süreci zaman aldı. Belki de tam olarak ikna olmadı. Ama gecenin son sorusunu yine o sordu:
-Peki
kimi öldüreceğiz?
Kasap
ve Lostracı birbirlerine baka dursun, cevap berberden geldi;
-Tabii
ki kimi öldüreceğimizi, bize O söyleyecek.
Diğerleri
berbere boş boş bakarken o devam etti.
-Boru
değil! Yanıbaşımızda, yaşamın ve ölümün kaynağı, kutsal Boğaz var. Tek
ihtiyacımız uygun bir adak. Sizin anlayacağınız uygun bir yem. Gerisini
hallederim ben.
Bu
sefer de bakışlar Kasap’a döndü.
Planın
ilk parçası hazırdı. Ayrılmaya karar verdiler. O sırada dükkanının dışındaki
karaltı hızlıca uzaklaşıp fırının kapısından içeri süzülüverdi.
Kancanın
etrafına toplanmış, yemi koklayan balıklar birden dağıldılar. Derinlerden hızla
yaklaşan karaltı kancaya bir şeyler iliştirdi. Sonra da misinayı sertçe çekip,
geldiği gibi hızla uzaklaştı. Berber misinayı, sanki, usturasını yumuşacık bir
suratın üstünde hareket ettiriyormuşcasına, sakin ve yavaşça çekmeye başladı.
Evet, zamanlama da önemli ama esas mesele yemi doğru seçmek, diyordu içinden.
Hep söylerim işin püf noktası yem. Doğru yemle bu boğazdan çekemeyeceğin şey
yok, diye geçiriyordu içinden. Kasap sağolsun.
Derken,
önce boğazın yıllardır kimsenin tanık olmadığı mükemmel maviliği çıktı sudan.
Berber misinayı çekmeye devam ederken, hadi hayırlısı, dedi içinden.
Çocukluğundan bir an geldi sonra; bir öğleden sonrası, diz kapakları yara bere,
kabuk bağlamış. Uyumakla uyumamak arasında. Belli ki yatakta. Evin büyüklerinin
sakin, güven veren konuşması duyuluyor. Kahkahalar belli belirsiz uzaklardan
eşlik ediyor. Sonra öksüz, kim bilir kimin? Bir düş kırıklığı çıktı sudan.
Hemen arkasından, gençliğinden tadına doyulmaz bir an. Çektikçe çekiyordu
berber. Acaba, dedi; film şeridi falan… Şöyle yokladı kendini, dinledi
heyecanla atan kalbini. Sonra bir ‘oh’ çekti sudan. Ardından da oltanın ucunda, kancanın takılı
olduğu bir mantar ve içinde bir maket tekne olan, o mantarla kapatılmış minik
şişe. Ulan ne yemmiş! Kasap büyük
adamsın dedi içinden. Şişeye dikkatlice bakıp, maktulu getirecek teknenin adını
okudu. Sonra da kıs kıs gülmeye başladı.
-Daha
iyi bir seçim olamazdı kutsal boğaz manitusu.
Hem
Çanakkale hem de İstanbul boğaz kontrollerini nasıl aştığı bir türlü aydınlatılamayacak
olan Pink Cigarette ve o saatlerdeki boğaz trafiğine nasıl olmuşsa ters yönde
giriş yapan Esperanza, Kandilli civarında, güpegündüz, destansı bir şekilde
birbirlerine girdi. Esperanza çok büyük hasar görmemiş, öte yandan Pink Cigarette
birkaç saat içinde boğazın dibini boylamıştı. Kaza öncesinde herhangi bir vapur
düdüğü duyulmamıştı. Ne rüzgar, ne sis ne de başka bir doğa olayı görünürde
kazaya yol açmamıştı. Devasa Pink Cigarette’yi takip eden hiç bir römorkör ya
da bot yoktu. Esperanzanın peşinden gelenler ise, müdahele edemeyip, sadece
olaya yakından şahit olabildiler. O güne dek İstanbul boğazında bir çok farklı
kaza meydana gelmiş, boğazın her yakasına sürüklenen gemiler karaya oturmuş,
yalılara zarar vermiş, boğaz girişinin her iki tarafında da çarpışmalar
yaşanmış, ama boğazda, böylesine bir kaza; iki geminin çarpışması daha önce hiç
gerçekleşmemişti.
Berber
malzemelerini toplamış, maktulun mükemmel bir seçim olduğu düşüncesiyle içi
içine sığmıyor, bir an önce diğerlerine haber vermek amacıyla mahalleye doğru
yürümeye başlamıştı ki, inanılmaz şiddette bir gürültü duyuldu.
İmam,
aklında dün gece konuştukları, stresli olduğu zamanlarda hep yaptığı gibi
caminin ortasında, yüksekçe bir merdivenin üstüne çıkmış avizenin camlarını
parlatmaktaydı. Kazanın şiddetiyle altındaki merdiven sarsılmış, o da, caminin
dev pencerelerinden kazaya şahit olmuştu.
Kasap
ve Lostracı ise, Kasabın mekanının yanındaki toprak alanda bilye oynuyorlardı.
Mahallenin çocuklarını uzun süre önce üttüklerinden, onlar sadece
izleyebiliyordu. Gürültü ile birlikte hem oyuncular hem de izleyiciler uzaktan
boğazı görebildikleri meydana koştu.
Tam
bir panik anıydı yaşanan. Önce çoğu mahalleli deprem olduğunu sanmış, oraya
buraya koşturmuş ama hemen sonrasında durum anlaşılmıştı. Yoldan geçen araçlar
da durmuş, herkes kazayı daha yakından görebilmek için bu sefer de boğaza doğru
koşuyordu. Berber ise şöyle bir geriye doğru bakıp yoluna devam etmişti.
Sağından solundan insanlar ters yönde koşa dursun, o elindeki şişeye bakıp
aklından şu dizeleri geçirdi:
-
“haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti
eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört
bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil
bir ay gökte dağılıyordu”
İmam
bakışlarını kazadan parlatmakta olduğu avizeye çevirip söylendi:
-“
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulun
onbeş yıllık arkadaşı
üçü
kamarot öteki aşçıbaşı
dört
bıçak çekip vurdular dört kişi”
Lostracı,
kasap ve çocuklar boğaza bakarak hep bir ağızdan devam ettiler:
-“
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben
gördüm kulaklarım gördü
vapur
kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç
biriniz orada yoktunuz”
Berberin
biraz önce terkettigi yerin biraz ilerisinde, iki yalı arasında kalan kimsenin
pek bilmediği deniz seviyesinden bir nebze yüksek, kuytu, beton platforma önce
elleri ile tutunan Ayşe Hatun, sudan çıkmadan dönüp, tekrar kaza yapan gemilere
baktı ve mırıldandı:
-
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis
kaatilleri arıyordu
deli
cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime
yüklediler bu işi
sarhoştum
kasımpaşa'daydım
vapuru
onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti
kör bir kayıkçı gördü”
Çok
geçmeden kaza türk ve yabancı haber kanallarının bir numaralı konusu haline
geldi. Yabancı çevre örgütleri ve -batan geminin kargosu nedeniyle- hayvan
hakları dernekleri hemen gözlemcilerini İstanbul’a doğru yola çıkardılar. Ama
asıl cümbüş Pink Cigarette’nin kaptanın açıklamaları sonrası kopacaktı.
Televizyonlara
yansıyan ilk bilgilere göre Pink Cigarette’nin yükü dünyanın farklı bölgelerindeki
limanlardan topladığı envai çeşit kaçak hayvandı. Gemi uzun süredir aranıyordu.
Başka bir ilginç nokta ise gemi çalışanlarının hepsinin Kaptan’ın akrabası
olmasıydı. Kazada hiçbir insan hayatını kaybetmemiş ama gemide ne kadar hayvan
varsa hepsi boğazı boylamıştı. Hayvanlardan kurtulan olup olmadığı, Avrupa ya
da Anadolu yakasına çıkıp çıkamadıkları ile ilgili haber kanallarına ulaşan
herhangi bir bilgi yoktu. Sadece Esperanza’daki tayfalardan bazıları, kazanın
olduğu sırada boğazın Anadolu yakasında sudan çıkan bir deniz kızı gördüklerini
iddia ettiler.
Pink
Cigarette’nin kaptanı kurtarıldıktan sonra ailesi ile birlikta gözaltına
alınmış, bir süre konuşmayı reddetmişti. Ama daha sonra, yapacağı açıklamanın
hiç değiştirilmeden haber kanallarında yayınlanması şartıyla kararını
değiştirmişti.
Açıklamaları
Türk ve dünya kanallarında aynı anda yayınlandı: Kaptan kaçak hayvan
taşımadıklarını aslında Pink Cigarette’nin modern zamanların ‘Nuh’un Gemisi’ olduğunu,
yaşanan küresel ısınma nedeniyle, dünyanın öngörülenden çok daha yakın zamanda
suyla kaplanacağını, kendisinin ve ailesinin bu kutsal görevi gizlilikle
yürütmek için seçildiklerini iddia edip, Greenpeace gemisi tarafından
batırılmalarını ise çok manidar bulduğunu belirtmişti. İstanbul’a ilk defa geldiğini,
daha önce fırsat bulamadığını, bunun için çok üzgün olduğunu, ama boğazın
dünyada bir eşi daha olmadığını, kendisinin ve ailesinin çok daha farklı
şartlarda burada olmayı isteyeceklerini ama yakında İstanbul da suyla
kaplanacağından bunun ne yazık ki mümkün olmayacağını sözlerine eklemişti.
Kendisine sorulan, peygamber olup olmadığı ya da Karadeniz’de nereye gitmeye
çalıştığı sorularını ise yanıtsız bırakmıştı. En son da görüldüğü iddia edilen
deniz kızının kendileriyle bir ilgisi olmadığını belirtmişti.
Açıklama
geniş çaplı deprem etkisi yarattı. Merkez üssü İstanbul olup tüm dünyaya dalga
dalga yayılan bir depremdi bu. Çok geçmeden Dünya’nın farklı şehirlerinde
gösteriler ve kundaklamalar başladı. Kimin neyi savunduğu, hangi taraftan
olduğu anlaşılmaz hale geldi. Sivil toplum örgütleri, farklı dinlerin
liderleri, politikacılar, sanatçılar, bilim adamları bir biri ardına
açıklamalar yapıyordu. Genel olarak politik düşüncesi, içinde yer aldığı sivil
toplum örgütü, ya da dini görüşü her ne olursa olsun, bir grup, kaptanın
açıklamalarını destekliyor, onu samimi buluyor, ama benzer dünya görüşüne sahip
bu yapılar içinde onun tam bir düzenbaz olduğunu düşünenler de karşı cepheyi
oluşturuyordu.
Bazı
çevreci örgütler kaptanı destekleyen mesajlar vermişler öte yandan Greenpeace’i
davalarına ihanet ettiği için lanetlemişlerdi. Bu görüşlere katılmayan diğer
bir çevreci gurup ise, Greenpeace personelinin dünya çapında hayvan kaçakçılığı
yapan bir mafya ailesinin planını can siperane biçimde çökerttiği için boğaza
heykellerinin dikilmesi gerektiğini ifade etmişti.
Öte
yandan hayvan hakları dernekleri de, karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış, bir
grup aslında olayın kaza olmadığı, aksine içinde kasıt bulunduğu ve yaşananın
Greenpeace tarafından gerçekleştirilen adeta bir soykırım olduğunu iddia etmiş,
karşıt görüştekilerse bu yaklaşımın davalarını sulandırmaktan başka bir işe
yaramadığını belirtmişti.
Greenpeace
resmi bir açıklama yapmış, bu olayın çevreci hareketi parçalayıp etkisiz hale
getirmeye çalışan uluslararası bir komplonun en son halkası olduğu,
Esperanza’nın kaptanı ve personelinin suçsuz olduklarına inandıkları,
davalarından böylesine sudan sebeplerle vazgeçmeyecekleri ve hukuki süreci
yakından izleyecekleri yönünde görüş bildirmişti.
Bir
grup din adamı böylesine kutsal bir görev için seçilen geminin isminin Pink Cigarette
olmasının kabul edilemeyeceği şeklinde görüş bildirmiş, ama bu açıklamalar
Feministlerin hışmına uğramış ve çok sert tepki görmüştü.
Pink
Cigarette kaptanının açıklamalarının büyük bir yalan olduğunu, kendisi ve
ailesinin aslında hayvan kaçakçılığı yaptığını iddia eden bir grup din adamı,
hayvan hakları savunucusu ve özellikle muhafazakar politik düşünce gruplarının
en önemli kanıtı geminin kaptanı ve mürettebatın Çinli olmasıydı. Bu yaklaşım
da İnsan Hakları derneklerinin büyük tepkisini almış ve düpedüz ırkçılık olarak
değerlendirilmişti.
İstanbul
ama özellikle boğaziçinin iki yakasındaki semtler, yerli yabancı sivil toplum
örgütleri, farklı din ve politik görüşe sahip çevrelerin bıkıp usanmadan
gösteri ve açıklama yaptıkları, tüm bu olup biteni yakından takip edip
yayınlamak isteyen basın ve medyanın ise bir daha hiç ayrılmamamak üzere kamp
kurdukları mekanlar haline gelmişti.
İstanbul,
sanki Osmanlı zamanındaki ihtişamını yeniden yakalamış, bir kez daha Dünyanın
merkezi haline gelmişti. Oteller dolup taşıyor, restoranlar talebe yetişemiyor,
ev ve arazi fiyatları roket hızıyla yükseliyordu.
Kazanın
üzerinden neredeyse 1 hafta geçmiş, devlete yakınlığıyla bilinen, adı hem özel,
hem de iş hayatı ile ilgili birçok skandala karışmış, kötü üne sahip, iş
adamının kayıp haberi basılı ve görsel basında, çok sınırlı ölçüde yer
bulabilmişti. Haberde kazanın olduğu gün, özel teknesi ile Kandilli iskelesine
yanaştığı ancak, o hır gür içinde korumalarının izini kaybettiği, kendisinden
bir daha da haber alınamadığı belirtiliyordu.
Kasap,
güneşli ve hafif esintili, Kandilli öğleden sonrasında, dükkanının dışına,
bazen bilye de oynadıkları toprak zemine iliştirdiği büyük tahta masa üzerinde
kurdukları sofrada, lostracı ve berbere bir süredir özenle beklettiği etin en
yumuşak ve leziz kısmından ikram ediyordu.
-İmam
nerede kaldı, diye sordu diğerlerine lostracı.
Çok
geçmeden, iskeleye inen yokuşta önce bir şempanze sonra da sempanzeyi omzunda
taşıyan imam belirdi. Arada bir, önce imam sonra da şempanze arkalarına, boğaza
dönüp bakıyorlardı.
Berber:
-Vay!
Hoşgeldin. Görünen o ki ünün kıtaları ve de insanları aşmış imam effendi. Bu
omzundaki cemaatinin son üyesi mi?
-O,
sanırım, boğazın bize taa uzaklardan getirip sunduğu evrimin ve inancın tek
bedende bütünleşen ufak bir kanıtı, diye cevap verdi berberin sorusuna lostracı.
Sonra da imama dönüp devam etti:
-Hazır
ol! Dostumuzu bu akşam traş edip ayakkabılarını boyadıktan sonra gece yarısını
geçince senin musalla taşına getireceğiz. Sonrasında gozlerden uzakda istediğin
gibi, bir törenle uğurlarız. Hazırlıklara başlayabirisin.
Kasabın
pişirdiği etlerden damlayan kan imamın dikkatinden kaçmamıştı. Her zaman eti
iyi pişirirken bu sefer belli ki az pişirmişti. Şarap da her zamankinden daha
kırmızıydı. Ne olduğunu anlamış, bu durum pek hoşuna gitmemiş ama lostracının
verdiği haber nedeniyle hissettiği heyecan bu hoşnutsuzluğunu bastırmıştı.
İmam
omzunda şempanze uzaklaşırken:
-Tek
parça olmalı, sakin abartmayın! Bozulmamış ve tek parça olmalı, diye tekrar
etti.
Kasap
arkalarından bakıp, haklı, dedi. Sonra
da eliyle işaret edip, sempanze etini lezzetli hale getirmek zor iş, çok uzun
süre pişirmek gerek, dedi.
-Belki
de milyonlarca yıl, diye ekledi, çiğnemekte olduğu etten inanılmaz keyif alan
lostracı.
Devam
edecek.
Merkezefendi
dinledi
LonesomeWyatt
and the Holy Spooks – Big Lie
El
Creepo – Sick Amore
Those
Poor Baştards –Give Me Drugs
Mastadon
– Stairway to Heaven
The
Dillinger Escape Plan – Mouth of Ghoşts
Mr.
Bungle – Pink Cigarette
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder