Salı, Haziran 27, 2006

Bizlerin bizlere oyunu bu


Hafızam arızalı. En olmadık durumlarda beni yarı yolda bırakıyor.

İlk ne zaman hatırlamaya başlarız sahi? Cevabı öyle kolay verilemeyecek ÖSSvari bir soru bu. İyi seçilmiş şıkları ile çoğu kişiyi ters köşeye yatırabilir. Bir kalemde aceleci yüz bin kişiyi arkanızda bırakabilirsiniz bu soruya vereceğiniz yanıtla. Bir kilo demirin ağırlığına teşne kişilerin tuzağı olabilecek cinsten.

Beyin aktivitelerinin en anlamlılarındandır hatırlamak, ya da bu eylemin sonucu olan yılların eskitemediği hafıza! Sonuçta sizi siz yapandır. Ya da diğer bir açıdan sizi siz yapan unuttuklarınızdır. Böyle ifade ettiğimizde unuttuklarımızdan yakınmak biraz da kendimize arkamızı dönmek olmuyor mu?

Yarı yolda kalma durumları bazen gülseniz mi ağlasanız mı bilemediğiniz ortamlar yaratıyor. Örneğin iş yerimde, yabancı dilde gerçekleşen ve bizzat benim organize edip yönettiğim toplantılarda yaşanılanlar anlatılmaya değer. Bazen konuşmamın bir noktasında hafızam bana küsüyor, o ana kadar beni dinledikleri için huzurlu bir sessizlik içinde olan diğer katılımcılar, yabancılara özgü sabırla cümlemin devamını getirmem için saygıyla beklemelerine devam ediyor ve tabii ki anlaşılır bir beklenti ile bana bakmaya başlıyorlar. Ya da ben o bakışları o an fark ediyorum. Ama motor durdu mu biliyorum ki hemen aktive olması zaman gerektiriyor. Ve kimse bu sürenin ne kadar süreceği ile ilgili olarak iddialı konuşamaz.

Bu gibi durumlarda, aklınızı kullanıp bir manevra yapmak yerine, eğer unutkan ve inatçı hafızanızla inatlaşırsanız, vücudunuz ve yüzünüz yavaştan kasılıp farklı şekiller almaya başlıyor. Gözleriniz bir noktaya sabitleşiyor. Sanki geçmişinizle zamansız bir hesaplaşmaya giriyorsunuz, patetikleşiyorsunuz yahu.

Yaşadığım deneyimlerden birinde inat ettim ve unuttuğum cümlemin devamını getirmek konusunda ısrar ettim. Manevra seçeneğini elimin tersi ile ittim, bunu bir onur meselesi yaptım. Oysa kimse hafızasına hükmedemez. Israrımın devamında yaşanan sıkıntılı sessizlikte vücudum harcadığım çabanın bir dışa vurumu olarak masaya doğru yavaşça uzanmaya başladı, dişlerim kasıldı. Ama ilginç olan, tüm katılımcıların da bir takım ruhu ile bana destek verircesine masaya yaklaşmaları idi, ağzıma bakıyorlardı. Başımın bir nebze eğilmesi ile onlarınki de eğildi. Anlaşılan herkes bana inanmıştı. Sanki bana bu zorlu anımda yalnız olmadığımı hissettirmeye çalışıyorlardı. Evet! Bize kimse kafa tutamazdı, bütünleşmiştik o anda, bir el ele tutuşmadığımız kalmıştı. Dışarıdan bakan veya odaya o an girecek birisi, masaya uzanmış, bizi görüp, sessizce, şirket sırrı, önemli bir şeyler söylediğimi düşünebilirdi. Ya da huşu içindeki bana ve müritlerime bakıp, pek ala gizli bir inanışın ayinine çat kapı daldığını veyahut bana o sırada vahiy gelip toplantının şanslı katılımcılarına çok merak edilen hayatın anlamını açıklamak üzere olduğum fikrine katılabilirdi. Bu, aslında düşündüğümde heyecan verici bir olasılık; belki de hepimiz hayatın anlamını biliyoruz da hatırlayamıyoruz. Neyse, o sırada benim hatırlamaya çalıştığım hayatın anlamının İngilizce karşılığı olamayacak kadar basit bir şeydi.

Sonuçta toplantı bitmeden cümlemin devamı geldi!

Piyasada bir sürü ilaç satılıyor hafızanızı güçlendirdiği iddia edilen. Dostlarım özellikle bir tanesini, ne zaman unutkanlığımdan dem vursam bana tavsiye ediyorlar. Neydi adı? Şu anda hatırlayamıyorum!

Her gün birçok metin gelip geçiyor soldan sağa ve yukarıdan aşağı, gözümün önünden. İşle ilgili dokümanlar, gazete yazıları; makaleler, araştırmalar, kitaplar, dergiler, internet sitelerinde okuduklarım… Gün içinde ya da evde bir şeyler karıştırırken veyahut yatakta gözlerimi uykuya alıştırırken… İnsan zamanla kendini tanımaya başlıyor ya; bir şeyleri okurken de bir sıkıntı gelip yerleşiyor içime. Herhangi bir cümle örneğin, okuduğum bir kitapta dikkatimi çeken. Ya da bir şiirden dize, yabancı dilden bir kelime, bir isim, istatiksel bir bilgi. Fark ediyorum ki ne kadar ilgimi çektiğini varsaysam ve ilerde o cümleyi, dizeyi, kelimeyi her neyse hatırlamak istesem de hazin kaderi belli; unutulacak. Unutacağım beş dakikaya kalmadan. İçeriği boşaltılmış bir farkındalık ya da tarif edemediğim estetik bir deneyim olarak hafızama yapışacak en iyi olasılıkla. Örneğin estetik olgusunu ilk olarak ayrı bir felsefe alanı olarak tanımladığı kabul edilen kişi kimdi? Kerelerce okudum, hatta F1 sürücülerinden birinin adına benziyordu. Hatırlayamıyorum işte. F1 sürücüsünü de hatırlayamıyorum iyi mi?

Abartmıyorum çok kereler test ettim kendimi. Söz konusu bir kelime olsun diyelim, hatırlamak için yukarıda verdiğim örnek benzeri türlü oyunlar oynadım hafızama. O kelimeyi daha sonra hatırlamak için bende yer ettiğine inandığım ve çağrıştıracağına kesin gözüyle baktığım başka kelimelerle bağlantısını kurdum. Ama dikkatimi başka konulara yöneltip çok değil en fazla birkaç dakika sonra, iş o kelimeyi hatırlamaya geldiğinde kurduğum köprünün yerinde çoktan yeller estiğini fark ettim. Oysa bir balığın hiçbir zaman köprüye ihtiyacı olmaz.

Artık vazgeçtim, dedim ya tüm denemelerim sonuçsuz çıktı, en iyisi kendini akıntıya bırakmak. Yapılacak bir şey yok. Durum böyle olunca, en azından bir daha hatırlamayacağımı bildiğim bu tip cümleleri, şiir ise dizeleri, birkaç defa okuyorum. O anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Sonra vedalaşıyorum. Belki karşılarız diyorum ilerde. Biliyorum ki büyük olasılıkla eğer karşılaşırsak, sanki daha önce hiç okumamış gibi yani ilk defa o cümleyi ya da dizeyi okuyormuşçasına, ilk defa o kızı öpüyormuşçasına heyecanlanıp, keyif alıp ama sonuçta ikinci turumu atacağım. Peki, bu çok önemli mi? Ya da ikinci tur birincisinden daha mı değersiz?

Bu yazıyı yazarken dinlediklerimden aklımda kalanlar.

Jean Pierre Mas - Poule d'Eau
Jean Pierre Mas – (H)ombre
Nouvelle Vague – Blue Monday
Nouvelle Vague – Dance with me
Nouvelle Vague – Killing Moon
Madeleine Peyroux – Dance me to the end of love
Katie Melua – Piece by piece
Katie Melua – Nine million bicycles
Katie Melua – Spider’s web

Hiç yorum yok: