Salı, Şubat 16, 2010

Bir bilinmeyenler kümesi -çocuk-


“Here comes the sun”
İşte, bir gün daha başlıyor. İşletim sistemim açılana kadar, gözlerim anlamsız ve telaşsızca etrafa bakıyor. Bilincim-içimde bir cin- uyanıyor. Bulunduğum zaman dilimi, dün, ondan önceki gün ve daha öncekilerden kalan kırıntılar, sorular ve de sorunlar yavaş, yavaş rastgele-erişimli-hafızamda yerlerini alıyor.

‘Rastgele’ diyorum doğan güne.

Günaydın İstanbul.

İstanbul bu aralar kavgamızın ıslak şehri. Olsun, “Here comes the sun” öte yandan,
şimdilerde telefonumun uyandırma melodisi. Herkese öneririm. Fotokopisini çeker gibi yaşadığımız, biri diğerinden çok da farklı olmayan tespih-danesi-vari günler silsilesine bir yenisini eklemek için gözlerimi açarken, bir bukle yaşam sevinci, çekiç, örs ve üzengi biraderlerden sekip nöronlarım vasıtasıyla bana günaydın diyor.

Sana da günaydın Beatles.

Sonrasında gelen her zamanki hazırlıklar işte; Yıkanıyorum, taranıyorum, fısfıslanıyorum. Kıyafetleniyorum sonra. Evden çıkmadan önce, ayakkabılarımı giymek için merdivenin ilk basamaklarına oturuyorum. Ve afacan da pıtır pıtır gelip, yanıma oturuyor. Başlıyoruz karşılıklı döktürmeye;
-Baba
-Oğlum
-Baba
-Oğlum....

Bu karşılıklı sohbet farklı tonlamalarda bir süre devam ediyor. Sol tekini giyerken ayakkabımın, sağ tekini alıp, uzatıyor bana. Yardımcı oluyor. Bu yardımını beraber alkış tutarak taçlandırıyoruz. Muhabbetimiz derinleşiyor;
-Babbaaa!
-Oğluuum!
Pabuçlar da giyildi, tamamdır. Afacan çantamı bana vermek için çekiştiriyor ve yine alkışlar. Çıkıyorum kapıdan, o pencereye yöneliyor. Apartmanın kapısından dışarı süzülüyorum. Kendileri pencerede, el sallaşıyoruz karşılıklı, vedalaşıyoruz.

Pencerenin önünde durmuş bana el sallarken, oğlum ne düşünüyor acaba?

Çocuk sahibi olmak, soru sahibi olmak demek. Soru yağmurunda çırıl çıplak kalmak demek. Televizyon izletmeli miyiz aceba? Nasıl şekillendirmeli gelişimini? Farklı metodlar söz konusu... Hangi okullara gidecek arkadaşımız? Yediği, içtiği, giydiği konulu soru başlıkları sonra... Bu tip ve benzeri sorular ebeveynlerin kendi başına örüp sonra da sökmek durumunda olduğu ucu delik çoraplar. Bir konuşmaya başlasın, o zaman bir de kendi ürettiği sonu gelmez soruları cavaplamamız gerekecek.

Öte yandan, aklıma bu aralar bir soru takıldı ki, cevaplaması sanki diğerlerinden daha da meşakkatli;

Çocuğunuzun size benzemesini ister misiniz?

Tabii ki ağzının, burnunun, kaşının ya da gözünün benzemesi değil demek istediğim.

İçinizdeki cine benzemesini ister misiniz onun? Her sabah kalktığınızda bakışınıza şekil veren, dünyaya açıldığınız pencerenin benzerinden baksın mı oğlunuz ve/veya kızınız da dünyaya?

Bu soruyu şöyle bir iç rahatlığıyla ‘Evet’ diye yanıtlayabilmek, bas bayağı hesaplaşmayı gerektiriyor kendi hayatınızla, bilincinizle, yaşadıklarınızla. Beklentileriniz, başarılarınız, hayal kırıklıklarınız, daha henüz kırılmayanlar, hepsi, birer, birer adam akıllı masaya koyulmalı bu soru cevaplanırken. Edip Cansever’in dediği gibi, adam olup masaya habire koymalısınız, ama masa da masa olmalı, bana mısın dememeli bu kadar yüke.

Sorumuzun zor olduğu şüphe götürmez, öncelikle bunu kabul etmeli. Sonra iyice düşünmeli. Etraflıca kafa yormalı bu soru üstünde. Zekanızdan memnun nusunuz? Etrafınızla uyumunuz nasıl? Olumlu bir insan mısınız? Özgür düşünebilmek sizin için önemli mi? Vicdanınız ne sıklıkla söz alıyor akıp giden hayatta? Çevreniz, içinde yaşadığınız toplumla ilgili duyumsadığınız sorumluluklar ve bunlarla ilgili kafa yormalarınız, sonucunda hayata geçirebildikleriniz desek? Dahası var; Kendi anneniz ve babanız ile olan ilişikileriniz, onlardan beklentileriniz neler-di bir dolu yaşanmışlıklar ve üstünde düşünülmesi gerekenler var o kulvarda da... Her şey bir yana mutluluk kapınızı ne sıklıkla çalıyor?

Çocuk gelişimi ve bunu belirleyen temel etkenler üzerine tartışma hala sürüp gidiyor; çevresel faktörler mi belirleyici yoksa genetik miras mı? Yazımızın alçak gönüllü halinden ve sürüp giden tartışmalardan cesaret bulup, bilimsellik düzeyini zorlayarak, % 50, 50 desek kaba hesapla. Sonra da genetik mirastan size %25 pay biçsek, böylece kimse üzülmese. Hiç de azımsanır bir etki değil bu. Diğer % 25'in sahibini de şöyle bir gözünüzün önünden geçirseniz fena olmaz herhalde. Bunun üzerine çevresel faktörlerden de size düşecek pay olacak yüklüce; Boru değil babası ya da annesisiniz küçük cinin. Bu durumda yukarıdaki soruya vereceğiniz yanıt ne olursa olsun büyük olasılıkla çocuğunuzun penceresi sizinkinden çok farklı olmayacak gibi görünüyor.

"İnşallah annesinin de, babasının da en iyi yanlarını alır" diyenler oluyor. Bu alanda yapılan araştırmalar genlerimizde yer alan işlevsiz çöplükvari kısımlar olduğunu gösteriyor. Bu durumda da tanrı mükemmeliyeçiliğinin bu işe pek karışmadığın söyleyebiliriz. Oradan bir şey ummak mantıklı değil anlayacağınız. Doğan bebeğin gen mühendisliğinde ustalaşıp sazı ele almasını da beklemeyemeyiz herhalde. Sonuçta şu soru da akla gelmiyor değil;

Bu soruyu, kendine neden çocuğu yapmaya karar vermeden sormadın lan?

Iggh
“Here comes the sun”

Merkezefendi sevenleri için dinledi

Melania Fiona -Give it to me right
Noisettes - Never forget you
Adele & Raconteurs - Many shades of black
Sharon Jones - How long do I have to wait for you
Amy Winehouse - I'm no good
Amy Winehouse - Back to black
Alabama 3 - Hotel California
Goldbug - Whole lotta love
Super Furry Animals - The very besy of Neil Diamond
Cesaria Evora - Angola (Carl Craig's remix)
Ian Brown - Kiss ya lips
Tanju Okan - Koy koy koy
İlah İrem - Konuşamıyorum
Selda Bağcan - İnce ince

Hiç yorum yok: